Bir taç gibi örülmüş saçları ve tek kaşıyla Frida Kahlo, tam adıyla ‘Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon’ 6 Temmuz 1907’de Meksika’da dünyaya gelen günümüzün ikonikleşen ressamıdır.
Macar asıllı olan babası Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı annesi Matilde Carmen Gonzales’in üçüncü çocuklarıdır. Henüz 6 yaşındayken çocuk felci geçirmesiyle bir bacağını kullanamaz hale gelmiştir. Bu durumla “tahta bacak Frida” lakabını almıştır. Ünlü bir fotoğrafçı olan babasının atölyesinde sıkça vakit geçiren ve çizim dersleri alan Frida, kendini bilime daha yakın hissederek dönemin en iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu’nda okudu. 18 yaşında geçirdiği trafik kazasıyla hayatı alt üst oldu.
17 Eylül 1925’te binmiş olduğu otobüsün tramvayla çarpışması sonucu vücudunda büyük hasarlar meydana gelmesiyle uzun yıllar yatağa mahkum oldu ve 30’u aşkın tıbbı operasyon geçirdi. Bu süreçte babasının desteğiyle resme yönelen ve annesinin kendisine bakmaktan vazgeçmemesi için yatağının tavanına ayna yerleştirmesiyle oto-portreler yapmaya başladı. “Kendi portrelerimi çiziyorum çünkü çoğu zaman yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım kişi benim” demiştir ve hayatı boyunca 55 adet oto-portre çalışması yapmıştır. İlk oto-portresi “Kadife elbiseli Kahlo”yu 1926 yılında yaptı. 1927 yılı sonlarında yürümeye başlayan Frida, sanat ve politikaya yakınlaşarak bu alanlarda çevre yapmaya başladı. Kübalı önder Julio Antonio Mella ve fotoğraf sanatçısı Tina Modotti ile tanışarak arkadaş oldu. Birlikte dönemin sanatçılarının düzenlemiş oldukları davetlere ve sosyalistlerin tartışmalarına katılmaya başladılar. Ve Frida Kahlo 1929 yılında Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu.
Frida, Diego Rivera’yı ilk kez Ulusal Hazırlık Okulu’nda okuduğu dönemde Rivera’yı okula duvar resmi yapmak için geldiğinde görmüştü. Kahlo, Diedo’yu bir kez daha arkadaşı olan Tina Modotti sayesinde Diego’ya resimlerini göstermek için tanıştırdı. İkilinin sanat üzerinden başlayan yakınlıkları 1928 yılında romantik bir ilişkiyi meydana getirdi. O zamanlar evli olan Diego eşinden ayrılarak Frida ile 1929 yılında evlendi. Frida, Rivera’nın üçüncü eşiydi ve evlilikleri, “fil ile güvercinin evliliğine” benzetiliyordu. Evliliklerinin ilk yıllarında Diego’nun işleri yüzünden sık sık seyahat ediyorlardı. İlişkileri boyunca Diego, Frida’yı birçok kez aldatmıştır. Frida’nın da evlilikleri boyunca birçok yasak ilişkisi olmuştur. Bunlardan en önemlisi o dönemki Sovyet lideri Joshep Stali’nin ezeli rakibi olan Troçki’yledir. Diego’nun, Frida’yı onun kız kardeşiyle aldatması ve yaşadığı büyük kazadan dolayı bir türlü çocuk sahibi olamaması nedeniyle bu durumları kaldıramayan Frida, Diego’ya olan büyük aşkına rağmen 1939’da Diego’dan boşandı. Bu boşanmaları uzun sürmeyen ikili 1940 yılında tekrar evlendiler ve Frida’nın çocukluğunun geçtiği “Mavi Ev’e” yerleştiler. Evli olmalarına rağmen çift, bu süre içerisinde ayrı yaşamlar sürmeye devam ettiler ve farklı ilişkiler içinde bulundular.
Frida; sanat hayatı, küçükken geçirdiği çocuk felciyle başlamış ve 18 yaşında geçirdiği kazadan sonra iyileşme sürecinde tamamen ilgilenmesiyle devam etmiş ve evliliğiyle yükselişe geçmiştir. İlk eserini geçirmiş olduğu kazadan sonra 1926’da vermiştir. İkinci eserini ise evliliğinden 2 yıl sonra “Frieda ve Diego Rivera” adlı tablosunu yaptı. Bu tablo san Fransisco Kadın Ressamlar Topluluğu yıllık sergisinde sergilendi. Frida’nın bir sergide yer alan ilk eseriydi. 1940’ta katılmış olduğu “ Uluslararası Sürrealizm Sergisi” nde iki büyük eseri olan “ İki Frida” ve “Yaralı Masa” eserleri sergilendi. Çeşitli sanat çevreleri Frida’yı sürrealist olarak değerlendirse de Frida bu kalıba uygun olmadığını dile getirerek hayatındaki acıları ve hayata bakışını resmetmekte olduğunu dile getirdi. “Sürrealist olduğumu düşündüler ama değilim. Hiç rüyalarımı çizmedim. Kendi gerçekliğimi resmettim.” sözleriyle kendi sanatını açıklığa kavuşturdu. Sağlık sorunları nükseden ressam resim yapmaya ara vermedi. Kendi memleketi dışında da sergiler açan Frida, bu sergilerle ününü arttırmıştır. 1938’de New York’ta, 1939’da is Fransa’da sergiler açtı. 1943 yılında ise La Esmeralda adında yeni bir sanat okulunda eğitmenliğe başladı. Sağlık sorunlarının ilerlemesiyle okula gidemeyen sanatçı derslerini evinden vermeye başladı. Öğrencilerine ise “Los Fridos” Frida’nın öğrencileri dendi.
1953 yılına geldiğimizdeyse hayatı boyunca Meksika’da sadece bir tane sergi açtı. Sağlık sorunlarını ciddi boyutlara ulaşmasıyla sergi açılışından birkaç ay sonra sağ bacağı kangren sebebiyle kesildi. Bu durum kendisini hayattan daha da uzaklaştırarak depresifleştirdi. İlaçlara bağımlı hale gelen sanatçı yatalak olarak hayatına devam ediyordu. Guatemala’nın işgaline karşı düzenlenen bir gösteriye katılarak bir konuşma yaptı. Konuşmasının ardından durumu kötüleşti ve o günün gecesinde, 13 Temmuz 1954’te 47 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ölümünden birkaç gün önce günlüğüne şu satırları yazmıştı: “Umarım çıkış eğlencelidir ve umarım bir daha geri dönmem.”
Cenazesi ertesi gün yakılan sanatçının külleri “Mavi Saray” olarak anılan, doğup büyüdüğü evde muhafaza ediliyor. Bu ev 1955’te kocası Rivero tarafından devlete bağışlandı. Günümüzde müze olarak sergilenen evde Frida’nın kişisel eşyaları durmaktadır.
Frida Kahlo'nun hayatı 2002'de Frida ismi ile sinemaya aktarıldı ve bu filmde Kahlo'yu Salma Hayek oynadı. 2005'te hayatını konu alan “The Life and Times Of Frida Kahlo” adlı bir belgesel film çekildi. Ünlü Fransız Jean-Paul Gaultier 1998 yılında bir defilesinde “Kahlo” stilini sergiledi. Bu defile, dünya basınında ve moda camiasında büyük yankı uyandırdı. Hayatını konu alan “Frida Kahlo-Aşk ve Acı” adlı kitap Raunda Jamis tarafından kaleme alındı, Türkçeye çevrildi.