Kent yaşamının kalabalık ve yoğun temposunda, parklar nefes alınan nadir alanlar olarak öne çıkıyor. Ancak son yıllarda "park" kelimesi, sadece doğal ve yeşil alanları değil, aynı zamanda lüks ve prestij kavramlarını da temsil etmeye başladı. Bu değişim, özellikle büyük şehirlerdeki kentsel dönüşüm projeleri ve lüks konut alanlarındaki artışla paralellik gösteriyor.
Parkların bu yeni anlamı, sosyo-ekonomik farklılıkların ve kent içi yaşam kalitesinin göstergesi haline geldi. Özellikle yüksek gelir grupları için parklar, sadece doğal güzelliklerin keyfini çıkarmak değil, aynı zamanda toplumsal statü ve yaşam tarzını yansıtan birer simge olarak kabul ediliyor. Bu durum, parkların ve yeşil alanların kent planlamasındaki rolünü daha da önemli hale getiriyor.
Emlak sektöründe, park manzaralı veya parka yakın konumda yer alan konutlar, daha yüksek fiyatlarla alıcı buluyor. Bu durum, parkların lüks ve prestijin bir göstergesi olarak algılanmasına katkıda bulunuyor. Ayrıca, lüks konut projelerinde yeşil alanlar ve parklar, projenin değerini artıran önemli birer unsura dönüşüyor. Böylece, parklar, sadece doğal ve yeşil alanlar olmaktan çıkıp, belli bir sosyo-ekonomik statüyü ifade eden mekânlar haline geliyor.
Bu durum, kentlerin sosyal dokusunu da etkiliyor. Parkların ve yeşil alanların, belirli gelir gruplarına hitap eden bölgelerde yoğunlaşması, kent içindeki sosyal dengesizlikleri ve mekânsal ayrımcılığı derinleştirebiliyor. Diğer yandan, parklar ve yeşil alanlar, kent sakinlerinin fiziksel ve ruhsal sağlığını olumlu yönde etkileyerek yaşam kalitesini artırıyor. Bu yüzden, parkların eşit ve adil bir şekilde dağıtılması, kent planlamasının önemli bir konusu haline geliyor.
Parklar, modern kent yaşamında sadece bir dinlenme ve eğlence alanı olmanın ötesinde, lüks, prestij ve sosyal statünün bir göstergesi olarak kendini gösteriyor. Bu yeni rol, kent planlamacıları ve politika yapıcıları için yeni zorluklar ve fırsatlar sunarken, kent sakinleri için de yaşam kalitelerini etkileyen önemli bir faktör haline geliyor.