Kaygı bozukluğunun aile üyeleri arasında görülme olasılığı, genetik faktörlerle bağlantılı olduğu için yüksek bir ihtimal taşıyor.
ÇEVRESEL ETMENLER DE ÖNEMLİ
Uzmanlar, bu durumu sadece genetikle açıklamanın yeterli olmadığını ifade ediyor. Çevresel etmenler ve yaşam deneyimlerinin de kaygının gelişiminde belirleyici rol oynadığı belirtiliyor.
GENLER VE ÇEVRESEL ETKİLER BİRLİKTE ETKİ EDİYOR
Genetik miras, bir bireyin belirli hastalıklara yatkınlığını doğuştan getirdiği anlamına geliyor. Genlerin, DNA’nın bir parçası olarak vücut hücrelerinde bulunduğu ve yapılarının tedavi yöntemleriyle değiştirilemediği biliniyor.
ÇEVRESEL FAKTÖRLER, YATKINLIĞI AKTİF HALE GETİREBİLİYOR
Bununla birlikte, genlerin aktif hale gelip gelmemesinde çevresel faktörlerin önemli bir etkisi olduğu ifade ediliyor. Bu durum, genetik yatkınlığı olan bireylerde bile kaygı bozukluğunun önlenebilir bir tablo olabileceğini ortaya koyuyor.
AYNI AİLEDE BİRDEN FAZLA KAYGI BOZUKLUĞU VAKASI GÖRÜLÜR MÜ?
Araştırmalar, kaygı bozukluğunun genetik faktörlerden etkilendiğini açıkça gösteriyor. Birinci derece bir yakınında kaygı bozukluğu bulunan bireylerin bu durumu yaşama olasılığının 2 ila 6 kat daha fazla olduğu biliniyor.
TEK YUMURTA İKİZLERİNDE RİSK ARTIYOR
Genetik yapıyı birebir paylaşan tek yumurta ikizlerinde bu riskin daha da arttığı ifade ediliyor. Çevresel faktörler farklı olsa bile genetik yatkınlığın bu riski yükselttiği vurgulanıyor.
HERKES AYNI ORANDA RİSK TAŞIMIYOR
Bir ailede herkesin kaygı bozukluğu geliştirmesi kesinlik taşımıyor. Her bireyin kendine özgü bir genetik kombinasyona sahip olduğu biliniyor. Kaygının tek bir genle değil, genetik bir desenle ilişkilendirildiği belirtiliyor.
GENETİK YATKINLIK OLMASA DA KAYGI BOZUKLUĞU GELİŞEBİLİR
Çevresel faktörlerin de kaygı bozukluğunda büyük rol oynadığı ifade ediliyor. Travma, kötü muamele ve aile içindeki sorunların kaygıyı tetikleyebileceği biliniyor. Yoğun strese maruz kalan genetik riski olmayan bireylerin dahi kaygı bozukluğu geliştirebildiği ifade ediliyor.
Kaynak: Webmd, Goodrx