İnsanın doğası gereği kendinde olmayana duyduğu özlem, aslında hayatın en büyük paradokslarından biridir. Bu, sadece maddi şeylerle sınırlı değil; bilgi, beceri, huzur gibi soyut kavramları da kapsar. Peki, neden hep daha fazlasını, hep ulaşılmazı isteriz? Bu özlemin kökünde yatan nedir?
Bir çocuğun oyuncak mağazasındaki hayranlık dolu bakışları, aslında bu özlemin en saf haliyle ifadesidir. Sahip olunan oyuncaklar evdeki kutuları doldururken, çocuğun gözü hep daha yeni, daha parlak, daha eğlenceli olanlarda. Burada mesele, sahip olunanın kıymetini bilmemek değil, bilakis insan ruhunun keşfetme ve yeniliğe olan doğal eğilimidir.
Büyüdükçe bu özlem, şekil değiştirir ama asla yok olmaz. Bir genç, sosyal medyada arkadaşlarının hayatlarını izlerken kendi hayatını sorgular. Başkalarının başarıları, seyahatleri, ilişkileri...
Hepsi bir özlem kaynağı haline gelir. Kendi hayatımızın eksik parçaları olarak görürüz bunları, ve böylece, başkalarının sahip olduğu şeyleri arzulamak, neredeyse bir içgüdü halini alır.
Yetişkinlikte ise bu özlem daha karmaşık bir forma bürünür. Kariyer basamaklarını hızla tırmanan bir meslektaş, mükemmel görünen bir evlilik, başarı dolu bir ebeveynlik... Liste uzar gider. Kendimizde olmayanı arzulamak, bazen bizi motive ederken bazen de içsel bir huzursuzluğa yol açar.
Peki, bu özlem bizi nereye götürür?
Bir yandan, kendimizi geliştirmemiz için bizi iten bir güçtür. Daha iyi bir iş, daha sağlıklı bir yaşam tarzı, daha derin ilişkiler... Bu arzular, yaşamımızı zenginleştirme potansiyeline sahiptir. Ancak, öte yandan, sürekli bir eksiklik hissi, tatminsizlik ve huzursuzluk yaratabilir.
Özlem, aynı zamanda, hayallerimizin ve hedeflerimizin de bir göstergesidir. Bu, hayatın statik olmadığının, sürekli bir değişim ve gelişim içinde olduğumuzun işaretidir. Ancak, önemli olan, bu özlemin peşinden koşarken, şu anki anın kıymetini bilip, şükretmeyi unutmamaktır.
Kendinde olmayana duyulan özlem, bazen bizi hayatın gerçeklerinden uzaklaştırabilir. Başkalarının hayatlarının sadece en iyi anlarını gördüğümüz sosyal medya çağında, kendi yaşamımızın tamamını, iyi ve kötü tüm yanlarıyla kabul etmek zorunda kalırız. Bu, özellikle zor bir süreç olabilir.
Bu özlemle başa çıkmak için, belki de en iyi yol, kendi iç dünyamıza dönüp, gerçekten ne istediğimizi, neyin bizi mutlu edeceğini sorgulamaktır. Kendimize dürüst olmak, gerçekten arzuladığımız şeyin peşinden gitmek, bizi en çok tatmin edecek olanı bulmaktır.
Bu özlem, bizi sürekli bir arayış içinde tutar, daha iyisini, daha güzelini, daha anlamlısını bulma umuduyla.
Ancak bu sürekli arayış, eğer kontrol altına alınmazsa, bizi asla tatmin olmayan bir ruh haline sürükleyebilir. İşin sırrı, arzularımızla barışık olmak ve hayatın sunduğu güzellikleri, şimdiki anın içindeyken takdir etmeyi öğrenmekte yatar.
Bu özlemi yönetebilmenin bir yolu, minnettarlığı günlük rutinimize entegre etmektir. Sahip olduklarımız için şükretmek, bize, her ne kadar daha fazlasını istesek de, mevcut hayatımızda ne kadar çok güzellik ve değer olduğunu hatırlatır. Minnettarlık, kendimizde olmayana duyduğumuz özlemi dengeler ve bize mevcut anın değerini anımsatır.
Bir diğer yöntem ise, hedeflerimizi belirlerken gerçekçi olmak ve kendimize karşı dürüst olmaktır. Gerçekten istediğimiz şeyin peşinden gitmek, bu özlemin sağlıklı bir şekilde tatmin edilmesini sağlar. Kendi değerlerimizle uyumlu hedefler belirlemek, bizi daha tatmin edici ve anlamlı bir yaşama yönlendirir.
Aynı zamanda, özlemin peşinden koşarken, başkalarıyla kendimizi kıyaslamaktan kaçınmalıyız. Herkesin yolculuğu farklıdır ve herkesin mutluluğu farklı şekillerde şekillenir. Başkalarının hayatlarındaki parıltılı anlara odaklanmak yerine, kendi yaşamımızdaki özgün güzellikleri keşfetmeye yönelik bir içsel yolculuğa çıkmak, bize daha fazla iç huzuru ve tatmin sunar.
Ayrıca, başarının ve mutluluğun sadece ulaşılmaz hedeflerde değil, aynı zamanda kişisel gelişimde, ilişkilerde ve kendimize yaptığımız yatırımlarda da bulunabileceğini anlamak önemlidir. Kendimizi geliştirmek, sevdiklerimizle kaliteli zaman geçirmek ve kendi ihtiyaçlarımıza dikkat etmek, ulaşılmaz gibi görünen şeylere duyduğumuz özlemi hafifletebilir.
Hayatın bir yolculuk olduğunu ve bu yolculuğun her adımının değerli olduğunu hatırlamak gerekir. Yol boyunca karşılaştığımız zorluklar, bize öğretir; kazanımlarımız, bizi sevindirir. Kendinde olmayana duyulan özlem, bu yolculuğun bir parçasıdır ve bizi daha ileriye, daha iyiye taşıyan bir itici güç olabilir, eğer doğru şekilde yönetilirse...