Esaret kelimesini duyduğumuzda aklımıza hemen fiziksel kısıtlamalar gelir; zincirler, duvarlar, kilitler...
Ancak gerçek dünyada esaret, bu somut araçların çok ötesinde, bazen gözle görülmeyen ama hissedilen bir baskı şeklinde karşımıza çıkar.
Günümüzde pek çoğumuz, belki de farkında olmadan, çeşitli türlerdeki esaretlerin altında eziliyoruz.
Peki, bu modern çağın esaretleri neler olabilir?
Birçoğumuz için esaret, teknolojinin sürekli bağlı kaldığımız bir ağ olarak çevremizi sarmasıyla başlar. Akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar... Her biri, sürekli erişim ve iletişim vaadiyle aslında bizleri sosyal medya platformlarına, e-postalara ve bitmek bilmeyen bildirimlere bağlar. Bu durum, özgürlüğümüzü sınırlayan görünmez bir zincir haline gelir. Günde kaç kez bildirim sesine koşulsal bir refleksle cevap verdiğimizi hiç saydınız mı?
İş hayatında da benzer bir esaret söz konusudur.
Çalışma saatleri içinde ofiste geçirdiğimiz zaman, çoğu zaman kişisel gelişim veya ailemizle vakit geçirme fırsatlarını elimizden alır. Kariyer yapma hırsı, maaş çeki için sürekli bir mücadele, iş yerindeki yüksek beklentiler... Bunlar, bizi adeta birer iş makinesine dönüştüren modern zamanların prangalarıdır.
Bireysel özgürlüklerimiz üzerindeki bir başka esaret ise toplumsal beklentiler ve normlar tarafından şekillendirilir.
Toplumun bizden beklediği rol modelleri, davranış kalıpları, giyim tarzları ve hatta düşünce yapısı gibi unsurlar, kişisel özgürlüğümüzü kısıtlar. 'Ne derler?' endişesi, birçok insanın hayatını şekillendiren, farkında olmadan içselleştirdiği bir esaret biçimidir.
Duygusal esaret, belki de üzerinde en az durduğumuz ama en derin etkilere sahip olanıdır. İlişkiler, bağlılıklar, aile bağları... Bu tür duygusal bağlar, bizi destekleyici ve yüceltici olabilecekleri kadar, bazen baskı altına alıp sınırlayıcı da olabilirler. Sevdiklerimizin beklentileri ve duygusal manipülasyonlar, kararlarımız üzerinde ağır bir yük oluşturabilir.
Eğitim sistemi de kendi içinde bir esaret mekanizması olarak işleyebilir. Sınavlar, notlar, başarı yarışı... Tüm bu faktörler, öğrencileri belirli bir kalıp içerisine sokmaya çalışır. Yaratıcılığın ve bireyselliğin önüne geçen bu sistem, çocuklarımızı ve gençlerimizi adeta birer 'standart insan' üretmeye zorlar.
Ve elbette, ekonomik esaret.
Para kazanma ihtiyacı, hayatımızın her alanını etkiler. Borçlar, krediler, tüketim çılgınlığı... Ekonomik durumumuz, özgürlüklerimizi kullanma biçimimizi doğrudan etkiler. Para, modern dünyanın belki de en güçlü esaret zinciridir.
Peki, bu zincirlerden kurtulmak mümkün mü?
Kesinlikle. İlk adım, esaretin farkına varmak ve onu tanımaktır. Sonrasında, yaşam tarzımızı, önceliklerimizi ve değerlerimizi gözden geçirmek gerekir. Teknolojiyi bilinçli kullanmak, iş ve özel hayat arasında sağlıklı bir denge kurmak, toplumsal baskılara karşı duruş sergileyebilmek ve duygusal bağımsızlığımızı korumak... İşte tüm bunlar, özgürlüğe giden yolda atabileceğimiz adımlardır.
Unutmayın, her tür esaretin bir anahtarı vardır ve bu anahtar, çoğu zaman kendi elimizdedir.
Özgürlük, bir seçim meselesidir ve bu seçimi yapmak, tamamen bizim elimizdedir.
O halde, kendimizi esaretten kurtaracak seçimleri yapmak için ne bekliyoruz?