''Sonunda insan arzusunu sever,
Arzuladığını değil''...
Nietzsche
Yani bu şu mu demek oluyor. Arzularımızın peşinde koşmanın aslında arzuladığımız şeyden daha önemli hale geldiği...
Bir şeyi arzulamak, ona ulaşma sürecindeki heyecan ve motivasyon, insan yaşamının büyük bir parçası. Ancak, hedefimize ulaştığımızda, o nesnenin veya durumun bize getirdiği tatmin genellikle geçici.
Asıl kalıcı olan, arzulama sürecinde hissettiğimiz heyecandır.
İnsan, sürekli bir şeyleri arzulamaya, bir hedefin peşinden koşmaya ihtiyaç duyar. Bu süreç, bizi hayata bağlayan ve yaşamımıza anlam katan bir unsurdur.
Bu bağlamda, arzunun kendisi, hedefin kendisinden daha değerli hale gelir.
Arzuladığımız şeye ulaşınca, bir süre sonra tatminsizlik hissi baş gösterir ve yeni arzular peşinde koşmaya başlarız.
Bu döngü, insan doğasının bir parçasıdır, sürekli bir tatminsizlik hali yaratabilir. Ancak, Nietzsche’nin işaret ettiği gibi, bu döngüyü anlamak ve kabul etmek, bize daha derin bir içgörü sağlayabilir.
Arzularımızın peşinde koşarken, aslında içsel bir tatmin arayışındayız.
Bu tatmin, arzuladığımız şeye ulaşmakla değil, arzulama sürecinde yaşadığımız duygularla ilgilidir.
Bu süreç, bize yaşamda bir amaç ve yön duygusu verir.
İnsan, arzulamayı sevdiği için sürekli yeni hedefler belirler ve bu hedeflere ulaşma çabası, hayatını anlamlandırır.
Bu durumu kendi yaşamımda gözlemlediğimde, birçok kez arzuladığım şeye ulaştığımda, beklediğim tatmini tam anlamıyla bulamadığımı fark ettim. Ancak, o hedefe ulaşma sürecinde yaşadığım heyecan ve motivasyon, bana çok daha fazla anlam kattı.
Nietzsche’nin bu sözü, sürekli bir arayış içinde olmanın, insanoğlunun doğasının bir parçası olduğunu hatırlatıyor bizlere.
Bu sözü anlamak, yaşamımızdaki tatminsizlik hissini kabullenmemize ve arzularımızın peşinde koşarken aslında neyi aradığımızı daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor bir yerde.
Peki ya siz, kendi yaşamınızda arzuladığınız şeye ulaştığınızda, gerçek tatmini bulabiliyor musunuz yoksa asıl mutluluğu arzulama sürecinde mi yaşıyorsunuz?