İmralı sürecini baltalayacak olanlar...

YAYINLAMA
12 Ocak 2025 12:04
GÜNCELLEME
12 Ocak 2025 12:12

İmralı sürecini herkes gibi ben de dikkatle takip ediyorum ve bu kez daha umutluyum.

Ama umudum kafamdan geçen şu sorularla da hezeyana uğruyor:

  1. PKK içindeki onca yabancı el varken bu iş olur mu? (Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi: Bu işi iki taraf -Türk-Kürt- çözmezsek 72 taraf müdahil olur)
  2. Başta Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail olmak üzere, PKK’nın arkasındaki devletler silah bırakmalarına izin verir mi?
  3. Elebaşı Abdullah Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisi hâlâ eskisi gibi mi, yoksa otoritesini 1999’dan sonra başka kişiler mi aldı?
  4. Kandil, ABD’nin izni olmadan, Öcalan’ın sözüyle gerçekten silah bırakır mı?
  5. PKK’ya destek veren devletlerin Türkiye ile hesaplaşmaları bitti mi?
  6. Harcamalarının çoğunu terörle mücadeleye yapan Türkiye’nin, terörden kurtulması sonrası güçlenerek büyümesi onların işine gelir mi?
  7. Yeterince engel yokmuş gibi, “PKK silah bırakırsa bu Erdoğan’a yarar” lobisini ne yapacağız peki?
  8. Bu süreçte kayyum atamalarının devam etmesinin sürece etkisi! DEM ve CHP bunu kullanacak mı?

*

Ama bir de her şeye rağmen umudumu yeşerten bazı ayrıntılar var ki, onları da yazının sonunda sıralayacağım.

*

1978’de Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde kurulan PKK’nın arkasında yer alan yabancı devletler (ABD, Esad rejimi, Yunanistan, Fransa, Almanya, Rusya, İngiltere, İsrail, İran…) ve bu devletlerin istihbarat örgütleri olmadan (özellikle ABD ve İngiliz istihbaratı), Türkiye karşısında ayakta kalması elbette mümkün değil.

PKK, 1984’teki ilk saldırısından bu yana, sözde müttefiklerimiz ve gerek uzak gerek yakın komşularımız tarafından, Türkiye'ye karşı kullanışlı bir aparat olarak kullanıldı. Kullanılmaya devam edilecek mi, bunu bize zaman gösterecek.

*

Lakin bir ayrıntı var ki, içimdeki tüm umutları neredeyse süpürüyor:

ABD’nin kıymetli çocuğu İsrail!

İsrail'in güvenliği ABD için kendi canı kadar önemlidir.

İsrail’in bölgede düşman olarak ilan ettiklerine karşı mücadele edebilmesi (katliam ve işgal yapabilmesi) için vekil bir güce ihtiyacı var. Ve zaten, bu vekil gücün PKK/YPG olduğunu bilmeyen yok. Bu sebepten ötürü İsrail, PKK'ya hem istihbarat hem silah yardımı hem de eğitim verdi.

Esad Rejimi düştükten sonra, İsrailli Bakanlar, peş peşe ve düzenli olarak ifadelerini yenileyerek PKK'ya desteklerini açıkladılar. Bu da yetmedi tekrar tekrar "PKK-PYD-YPG'yi Türkiye'den korumalıyız" ifadelerine neredeyse her açıklamalarında yer verdiler.

Tamam! Donald Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında övgü dolu sözler kullanıyor.

Ama yeni Amerikan yönetiminde Trump’ı yönlendirecek olan ekipteki isimler, gidişatın hiç de Türkiye lehinde gitmeyeceğini gösteriyor.

Dışişleri Bakanı, CIA Başkanı, Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi, Ortadoğu Özel Temsilcisi, Ulusal Güvenlik Danışmanı ve İsrail'e büyükelçi olarak seçtiği isimlerin tamamı, su katılmamış katil İsrail yanlısı ve PKK/PYD/YPG destekçisi.

Üstelik bu isimler, açıkça Türkiye’ye “PKK/PYD/YPG'ye dokunulmaması” konusunda birçok kez tehditte bulundular.

*

Gelelim PKK’ya destek veren devletlere; Türkiye ile hesaplaşmalarının bittiğini sanmıyorum.

Çünkü hem coğrafi konumun önemi hem de gelecek yıllarda su savaşları başladığında Dicle ve Fırat’ın can suyu olmasının yanında, Türkiye’nin yeraltı su zenginliği petrolden daha kıymetli hâle gelecek.

Bu yüzden, PKK'nın silah bırakmasını istemeyen terör örgütü unsurlarının ve yabancı istihbarat örgütlerinin, İmralı sürecini sabote etmek için suikast, saldırı ve birçok provokasyon yapmaktan da geri durmayacaklarını düşünüyorum.

Ama şu ihtimalde var: Söz konusu ülkeler, PKK'nın silah bırakması karşılığında Türkiye'den ve Suriye'den birçok şey isteyebilir. Peki, sunacakları o şartları Türkiye kabul edebilecek mi?

Tabii düşük ihtimal de olsa, kabul edilebilir düzeyde şartlar da öne sürebilirler.

*

Kandil’e ve dağdaki PKK/PYD/YPG terör örgütlerine gelince…

Her ne kadar başta ABD olmak üzere diğer ülke istihbaratlarının yönetiminde olsalar da Öcalan’ın yapması beklenen “Silahları bırakın, Türkiye’ye saldırmayın” çağrısı, tamamı olmasa bile bir kısmında işe yarayacaktır.

Bu küçük çözülmelerin etkisi, elbette psikolojik açıdan büyük olacaktır. Bu da masada Türkiye’nin elini güçlendirecektir.

Ama hayatın kendisini ve saha gerçeklerini hesaba katarsak, bu ülkemizde ve sınırımızda da terörü tamamen bitirmek için elbette yeterli değil.

İsrail’in bölgede dengeleri değiştirmesiyle, başta Devlet Bahçeli olmak üzere hükümet de bu gerçekliği kabul etti. Daha doğrusu Bahçeli, bu gerçekliği, Öcalan yakalandığı dönemde, idam tartışmaları sırasında görmüş ve oylamada ‘idam edilmesin’ yönünde oy kullanmıştı.

*

Sürecin geçmişine dönük yaptığım okumalardan anladığım ve gördüğüm kadarıyla söyleyebilirim ki:

  • Geçmişteki “çözüm süreci” olarak adlandırılan dönemin atmosferi ile şimdiki atmosfer çok farklı.
  • Geçmişte ‘hükümet aklı’ baskındı; şimdi ise ‘devlet aklı’ daha baskın.
  • Geçmişte; MİT, Polis istihbaratı ve askerler arasındaki anlaşmazlık ile karşıt siyasi muhalifler ve hükümet arasındaki makas çok açıktı. Şimdi bu makas neredeyse kapandı diyebiliriz.

Tamamı diyemeyiz. Neden?

Maalesef, "Bu mesele AK Parti ve MHP'ye yarar, kardeşim buna karşı çıkalım…" yaklaşımı çok baskın.

Bu yaklaşıma sahip kişileri, sahayı okuyamayan ve gerçeği göremeyenler olarak tanımlıyorum.

Bir tarafta da “Ben buna karşıyım…” deyip çözüm sunmayan sözde milliyetçiler var.

Bir taraftan da çözümsüzlük üretip, silahlı sürecin devam etmesini isteyenler var.

Buradan kendini “Kemalist”, “Atatürkçü” ve “Milliyetçi” olarak tanımlayıp, süreci baltalamaya çalışanlara sesleniyorum:

Bu çözüm süreci güzel neticelenirse, Erdoğan’a değil Türkiye’ye ve Türkiye’nin gelecek nesillerine yarayacak.

Bu yüzden CHP’ye diyorum ki:

Bu İmralı sürecinde çok geride kaldınız. Bu konuda hiçbir plan programınız yok. Bir an önce bu sürece olumlu katkı sağlayacak yönde adımlar atın.

İYİ Parti, Zafer Partisi, Vatan Partisi ve bu sürece karşı olan partililere diyorum ki:

Bu olumlu sürece madem katkı sağlamayacaksınız, bari ortalığı karıştırıp süreci baltalamayın.

Ve bunu her kesime söylüyorum:

Eğer Türkiye bu problemi kendi içinde çözemezse, gelecekte bizleri büyük bir kaos bekliyor.

Bunun en büyük nedenlerinden biri ise dünyanın tamamında ırkçılık, kültür üstünlüğü yarışının giderek artması.

Bu sürecin olumsuz sonuçlanması durumunda, ilerleyen yıllarda İsrail’in elinin güçlü olduğu, bizim için hayırlı olmayacak birçok nedenlerle masaya oturmak zorunda kalabiliriz.

Bu yüzden lütfen aşırılıktan uzak durarak, ORTAK PAYDADA buluşmaya özen gösterelim.

“Türk-Kürdü, Kürt-Türkü yendi” tarzındaki yanlış algı ve ifadelerden uzak duralım. Bu süreçte kimse kimseyi üstünlük kurmaya ya da yenmeye çalışmıyor.

Bu süreç öyle bir süreç değil. Bu süreç; terörü bitirme, terörsüz bir Türkiye inşa etme sürecidir.

*

Umudumu yeşerten ayrıntılar ise şöyle:

-DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, geçenlerde “Ya pozitif bir kırılma olacak ya da her yer Gazze’ye dönecek” sözleriyle tehditkâr bir açıklama yapmıştı. Ancak parti içerisinden gelen uyarılar sonrası açıklamasını düzeltip “Hiç kimsenin gücü bizlerin barış ısrarını ve sözünü çarpıtmaya yetmeyecektir. Tüm çabamız onurlu barış için. Nokta.” dedi.

Bu durum, HDP/DEM’in içinde Kandil ve PKK’dan artık kopmak isteyenlerin daha baskın hâle geldiğini gösteriyor.

-YPG yöneticisi Ferhat Abdi, "bulundukları bölgenin (Ayn el-Arab) silahtan arındırılması" önerisi getirmesi ve "silahlı güçlerinin Suriye ordusuna entegre olabileceğinden" bahsetmesi,

-Buna ek olarak, terör örgütü PKK'nın Kandil'deki yöneticileri olan Karayılan ve Karasu'nun, "Bölge halkı da isterse PKK silahlarını alıp, Kuzey Irak'a çekilir" açıklaması,

-Bu açıklamalar gösteriyor ki devlet, çok önceden stratejisini belirlemiş, alternatif planlarını yapmış. Hatta devletin görevlendirdiği kişiler, Öcalan ile görüşüp onun mektuplarını Kandil'e götürüp ortamı çoktan hazırlamış bile olabilir.

- İmralı sürecine destek veren siyasi partilerin başında, geçmişte süreci baltalayan MHP’nin başı çekmesi,

-Süreci baltalayanlardan olan CHP’nin de görüşme kapılarını kapatmaması,

-Bu sürece destek veren siyasi parti oranlarının geçmişte %20 iken şimdi %90 olması,

-Bu sefer ideoloji ve görüş üzerinden değil de devlet aklıyla hareket edilmesi.

*

Hayırlı başlayan sürecin, hayırlı neticelenmesi dileğiyle…

Yorumlar (0 yorum)
Yorum kurallarını okudum ve kabul ediyorum.
Henüz yorum eklenmemiş, ilk yorum ekleyen siz olun.