Düşüncelerin bir kafes gibi kapanabilir mi insanın üzerine? Kendini bir odanın içinde değil de kendi zihninin derinlerinde hapsedilmiş gibi hissetmek… İşte en ağır mahkûmiyet bu değil midir? Dışarıdan özgür görünen bedenlerin içinde zincirlenmiş ruhlar dolaşıyor.
İnsan geçmişiyle, korkularıyla, pişmanlıklarıyla bir duvar örer etrafına. Çıkışı olmayan, adını koyamadığı bir hapishane inşa eder kendine. O hapishanede zaman durur, gerçek dünya uzaklaşır ve yalnızca yankılanan düşünceler kalır. “Keşke”ler, “ya olursa”lar, “neden ben?” soruları… Her biri bir parmaklık gibi sıkı sıkıya sarar zihni.
Dışarıda hayat akmaya devam ederken, bu hapishanede zaman çürümüş bir saat gibi durur. Zihin, tekrar tekrar aynı sahneleri oynatır, geçmişin izleri tazelenir, gelecek korkusu bir duvar gibi yükselir. Peki, bu hapishanenin anahtarı nerede? Kapıyı açıp çıkmak mümkün mü?
Bazıları, zihnindeki hapishaneden kaçabilmek için yeni kalıplar inşa eder. Başarı, para, unvan, alkış… Ama her şey sona erdiğinde, yalnız kaldığında, gerçek duvarların yıkılmadığını fark eder. Çünkü asıl mahkûmiyet, dış dünyaya değil, insanın kendi içine kurduğu duvarlara aittir.
Zihin, kendine karşı bir düşman mıdır?
İnsan bazen en büyük savaşını başkalarına değil, kendi zihnine karşı verir. İçindeki sesler susmak bilmez, geçmişin yankıları, geleceğin korkuları arasında sıkışıp kalır. Zihin, gerçekliği şekillendiren bir araç mı yoksa insanın kendi yarattığı bir hapishane mi? Kimileri, zihnini susturmak için kaçış yolları arar kimileri ise bu sessiz mücadelede kendi ruhunu kaybeder.
Hapishanenin duvarları neyle örülür?
Zihnin hapishanesi görünmezdir, ama ağırlığı en sert taşlardan bile daha fazladır. Onu inşa eden malzemeler belki de hayat boyu içimize işlenen korkular, öğretilmiş çaresizlikler ve başkalarının bizden bekledikleridir. Bir çocukluk travması, yıllar önce söylenen bir söz, hiç gerçekleşmeyecek bir felaketin gölgesi… Zihnimizin içinde büyüyen bu duvarlar, bazen en yüksek taş duvarlardan bile daha aşılamaz hale gelir.
Özgürlük, gerçekten mümkün mü?
Peki ya anahtar, kaçışta değilse? Belki de insan hapishaneden kurtulmak için kaçmamalı, aksine o duvarlarla yüzleşmelidir. Korkularını, hatalarını, geçmişini kabullenmeden, kendi zihninde özgürlüğü nasıl bulabilir? Belki de çözüm, o parmaklıkları kırmak değil, onların arasından geçmeyi öğrenmektir. Ama bunu yapmak, belki de insanın en büyük cesaretini gerektirir. Kendini görmek, eksiklikleriyle, yaralarıyla kabul etmek…
Bu hapishaneden çıkmanın yolu, onu inkar etmek değil, varlığını kabul edip sınırlarını öğrenmektir. Zihin her zaman kaçış yolları üretir, ama bazen en büyük özgürlük, kaçmayı bırakıp o hapishanede yaşamayı öğrenmekte saklıdır. İnsan, ancak korkularını tanıdığında, geçmişinin zincirlerini fark ettiğinde gerçek anlamda özgürleşebilir.
Ve belki de en sonunda anlıyorum… Gerçek özgürlük, zihnin hapishanesini kabul etmekten ve onun içinde yürümeyi öğrenmekten geçer.